Sevemez Kimse Seni…

İnsan sevmeye anne karnında başlar.Sevginin sıcaklığını ilk anne kucağında hisseder.Büyüdükçe başka sevdalara yelken açar.İlk aşkın anlamı,anlamsızca sevdiğin kızın saçını çekmektir, henüz mahallenin bakkal amcasının verdiği sakızla mutlu olabilirken.O küçük bedende ki sevgi taşarda , sığmaz mı yüreğine,o yaşta zarar verir sevdiğine?Ya da aşklar,yaşa başa bakmadan acımak,acıtmak mıdır? İşte daha aşkın anlamı, komşu kızının saçını çekmekken…

iyi ki doğmuş sevdiğim!

Beşiktaş- B maçından 1 gün önce.. Beşiktaş-J maçından 9 saat sonra.. BEŞİKTAŞ-K maçının 03. dakikasında.. Olaylar bu şekilde konuşlanır hafızama. Çünkü beynimin kıvrımlarında koca çınarımızın her bir yaprağının izi mevcut. Ve tarihler yer bulacaksa kafamda dinlenmeli bu çınarın altında, gölgesinde serinlemeli bir süre, daha sonra çınarın kökünden yapraklarına doğru uzun bir yolculuğa çıkmalı; onu beslemeli..…

bir çocuğun düşüne tutunma çabası

2010 senesi şubat ayı sonları. istanbul şehri ılık havasında çekingen yağmurlarıyla galip bize karşı. üşümüşüz, yağmuru yediğimizden, rüzgarı çektiğimizden…kalabalığın içinde ağır aheste yürüyoruz. binlerce kişi var etrafımızda, kimse konuşmuyor kimse de susamıyor, herkes mi ikilemde? kaldırımdan iniyoruz kimi zaman, araçlar durmuşlar yollarda, daha tenha asfalt. ardımızdan hızlı adımlar seyrediyor kimi zaman, usulca yol veriyoruz, geçip…

yollarda..

Ceplerimdeki hacıyatmazlarda sevdim ben seni.. Yağmur yağdı, uykum kaçtı, bir kuş kondu badi parmağıma ve ben hepsinde seni yaşadım aslında. Şimdiyse ağlıyorum bir başıma. Biliyorum her zamankinden daha zor şimdilerde seni sevmek, bana yalanlar söylediğini bile bile yüreğimin sevdan ile bilenmesine izin vermek. Umutsuzca yarını beklemek. Ve umudum azalsa da yarından yana, içimdeki seni öldüremeyeceğimi…

bana yalanlar söyle birazcık

saklamışım bir kuytu köşede; günah keçisi bu sefaletim; çocuk oyunu değil, kaçtıkça kovalasa bile saklandığım yerin suçlusu o…çökmüşüm bir duvar dibine; alnımdaki damga bu yorgunluğum; göğsümde madalya değil…eğmişim başımı yere; saçlarımdaki aklar bu, ağlamaklı halim; midemdeki bulantı değil…elime almışım bir tahta çubuk; kalbime saplanan ok bu, kanlı; yere düşen gözyaşlarım değil…sallanıyorum öne arkaya; kan kaybından…

İtiraf..

5 şubat 2010 beşiktaş- gençlerbirliği maçı öncesinde her zamanki gibi kapalıda yerlerimizi almıştık. Sana gelmiştik, bizim için oldukça uzun bir ayrılığın ardından.Safları sıklaştırmıştık, mücadeleye hazırdık. Ta ki onu görene kadar. Elindeki viski şişesini, annesine yaptığı resmi gösteren bir çocuğun duyabileceği gururla arkadaşına göstermekteydi ilk göz göze geldiğimizde. Alışmıştım artık bu manzarayı görmeye sadece kafamı çevirmekle…

seni sevmeye cesaretim yok!

sevdiğim hiçbir şey mutluluğuma dair olamadı… ben hep mağlup ben hep yenik ve ben hep bitik, bir bulutun gri şehirden ayrıldığı gibi güneşim açamadı…ve benim bu gece özgürlüğe dair hayallere cesaretim yok…ah bu geceler ve ah bu cesaret edemediğim özgürlük düşlerim… beni bunlar öldürecekler! bunlardan büyük kanser yok beynimin içinde…ömrümün yarısı boyunca tek bir kişiyi…

sensiz geçen günlerin …

Metin Ali Feyyaz’ın tek bir kişi olduğunu düşünmeye başladığımız, pazar günleri herkesin banyo yaptığını sandığımız yıllarda, Şifo’nun ara pasında son vuruşu yapınca salondaki iki koltuk arasında duran vazonun kırılması ile birlikte şampiyonluğu yaşatıyor ve yaşıyorduk…Her ne kadar terlik korkusu yüzünden şampiyonluğu doya doya yaşayamasak da… Ev içerisinde kırmadık vazo, almadık kupa kalmayınca artık kendimizi sokaklara…

sen say ki

uzundur yazamıyorum, yazmıyoruz ve yazamıyorum; ama yok, sitem yok…bünye yıpranıyor gitgide, gözlerin altında çizgiler, uykusuz gündüzler geceler; ömrümden büyük parçalar koparken, elimde kalem tutmaktan nasır oluşurken, kitaplara ve defterlere gömülmüş günlerdir sorular çözüp sorunlar tespit ederken; zamansızlıktan değil amansızlıktan, fırsat bulamamaktan değil, yorgunluktan yazamıyorum…beni affet… akatlar yolunun karanlığını yazmayı düşünürken yazamadım, güvensiz sorunları yazamadım; yazmayı…

sen say ki

uzundur yazamıyorum, yazmıyoruz ve yazamıyorum; ama yok, sitem yok…bünye yıpranıyor gitgide, gözlerin altında çizgiler, uykusuz gündüzler geceler; ömrümden büyük parçalar koparken, elimde kalem tutmaktan nasır oluşurken, kitaplara ve defterlere gömülmüş günlerdir sorular çözüp sorunlar tespit ederken; zamansızlıktan değil amansızlıktan, fırsat bulamamaktan değil, yorgunluktan yazamıyorum…beni affet… akatlar yolunun karanlığını yazmayı düşünürken yazamadım, güvensiz sorunları yazamadım; yazmayı…